31 Ağustos 2017 Perşembe
Kıskançlar
Amerika da akademisyen bir ailenin çocuğu olan David, 6 yıllık ilişkisine nokta koyduktan sonra ağır bunalımlar geçirdi ve tanıdık her şeyden uzaklaşmak istedi. Yeşillikler içerisindeki bahçesinde çimlere uzanmış bir şekilde düşünüyor, bir yandan da önde diğer taraflardan daha uzun olan ve anlının iki ucuna bölümlediği saçlarını örüyor, uçlarına bir şey bağlamadığı için tekrar açılan kıvrımlı saçlarını iki eliyle yanaklarına kadar çekerek sündürmeye çalışıyordu. Bu salak hareketi defalarca tekrarladıktan sonra birden ciddi bir tavırla yerinden doğrulup şöyle dedi;
-Ne kadar salak bi hareket bu, off.
David 1.80 cm boylarında, kumral, buğday tenli 25 yaşlarında ve her şeyden çok sıkılmış bir gençti. Şöyle bir etrafa bakmak için ayağa kalktıktan sonra tekrar aynı, hiçbir şey yapmak istememe duygusuyla yerine uzanmak üzereyken babası ve annesi bahçe kapısından içeri girdi. Onlara birkaç gündür kafasında planladığı ve belgelerle birlikte bir sunuma dönüştürdüğü hayat planını açıklamak istiyordu. Bu sunumu anlamaları ve ona gerekli izni vermeleri konusunda ısrarcı olacaktı fakat anne ve babası zaten akademisyen kimseler oldukları için mutlaka bu önemli fırsatı değerlendireceklerdi. Babası 1.50 cm boylarında kravat bağlama konusunda son derece yeteneksiz ama metres bulma konusunda son derece yetenekli saman altından su yürüten tipte bir insandır. Aslında babasının metresleri olduğunu David de biliyordu hatta bu durumdan haberdar olduğunu babasına belli bile etmişti ancak anne ve babasının ayrılmalarını istemediği için bu duruma göz yummak istiyordu. Yalnız biraz fazla göz yummuş olmalıydı çünkü babasının tam üç tane metresi olmuştu. Ve babası 1.50 cm boyundaydı… Annesi babasının aksine 2.03 cm boylarında gençlik dönemlerinde okulun basketbol takımında oynamış daha sonra bilimi seçmiş bir kadındır. Babası ile annesinin tanışması tamamen tesadüf eseri oluşmuş kimilerine göre utanç verici kimilerine göre komik bir olaydan ibarettir. Annesi gençlik yıllarında üniversite kampüsünde filtre kahvesini yudumlarken bir yandan da notlarını kırtasiyeden almaya giden arkadaşının yolunu gözlüyordu. Bu bekleme sırasında kahvesini yanındaki masaya bırakmak isterken kahve birden masanın üzerine döküldü. Dalgın dalgın içinden “masanın ne kadar enteresan kıvrımları var” diye de geçirmişti ama işte kötü kader...
David’in babası;
-Mühim değil lütfen sakin olun.
- Çok özür dilerim ben sizi masa zannettim.
- Mühim değil, masa zannetmeniz yine iyi.
- Efendim?
- Mühim değil diyorum masa zannet…
El hareketiyle eğil işareti yaptıktan sonra yanına kadar eğilen kadına;
-Sesimi bazen ulaştırmakta güçlük çekiyorum.
- Ah! Bunun içinde ayrıca özür dilerim. Ben sizi oturuyor sanıyorum…
- Mühim değil. Eh bana bir kahve borcunuz var artık değil mi ahaha…
- Aa tabi tabi lütfen.
Bu kahve – masa metaforu ile önce David’in annesini ardından 3 tane de metresi kendine bağlayan baba, boyuna posuna bakmıyordu.
David yemek masasının üzerine bıraktığı materyalleri hatırladı ve annesi ile babasını kollarından yakaladığı gibi koşar adımlarla fakat hiçbir şey söylemeden mutfağa doğru çekiştirerek götürdü ve aile bireylerini masanın etrafına topladı.
Etkili bir konuşmaya başlayacakmışçasına boğazını temizledi;
-Beni iyi dinleyin! Bıktım artık herşeyden gidiyorum.
Anne anlam veremez bir ifade ile sordu:
-Nereye?
-Yıllardır uzaktan uzağa izlediğimiz ve kıskandığımız o ülkeye...
Masanın üzerine dünya haritasını açtı ve işaret parmağıyla Türkiye’yi göstererek devam etti;
-Tamam belki ilk etapta zorluklar çekebileceğimi düşünebilirsiniz ama ben aylardır araştırmalar yapıyorum, bu zorlukları aşabilirim.
Masanın altından bir ses duyuldu;
-Oğlum izin verirsen bu duruma baban olarak ben karar vereyim he, ne dersin?
-Anne babamı lütfen sandalyeye oturtur musun? Bak baba seni anlıyorum benim için en iyi olanı istiyorsun ama lütfen objektif olalım dünya üzerinde Türkiye’den başka, her yönden daha çok kıskanılan bir ülke var mı?
-Yok evet haklısın ama ne bileyim annen ve ben töhmet altında kalmak istemeyiz.
-Töhmet ne baba?
-İşte altında kalınan bir şey herhalde bende yeni öğrendim.
Bu cevaptan sonra uzun bir süre sessizlik hakim oldu. Anne dalgın ama düşünceli bir ifade ile uzaklara bakıyor, baba ise ayaklarını sandalyenin altında ileri geri sallayarak zaman zaman yere temas etmeye çalışıyordu. Bu sessizliği David’in annesi ani bir çıkışla bozdu;
-Biletini aldın değil mi?
-Evet aldım 1 saat sonra uçağım var.
-Yani şuan bizden izin istemiyor sadece bizi bilgilendiriyorsun.
Baba adeta evin patronunun kim olduğunu bu iki insana tekrar hatırlatmak istercesine elini masaya vurdu ve şöyle dedi;
-Gidebilirsin oğlum!
Duruma çok sevinen David eğilerek babasını anlından öptü, daha sonra annesinin de oluruna alarak önünde o mükemmel ülkeye gitmesi için hiç bir engel kalmadığını anladı. Valizini toparlayıp papağanı Sayko’yu omuzuna koyduktan sonra ailesiyle vedalaştı. Uzun yıllar içerisinde vakit geçirdiği bu evden uzak kalacak olmanın bir yandan da üzüntüsünü yaşamaya başlamıştı bile... Bahçe kapısından dışarı çıktıktan sonra şöyle geriye dönüp tekrar baktı;
-Burayı özleyecek misin Sayko?
-Ne özlemesi birader babandan kurtulduğuma dua ediyorum.
-Bazı şeyleri çok büyütüyorsun...
-Büyütüyor muyum? Dostum senin baban tam bir seksopat!
Evlerinden uzaklaşmanın hüznü, yeni bir ülkeye gitmenin heyecanı ile onları hava alanına götürecek olan taksiye binip yola koyuldular...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder